25 Mayıs 2012 Cuma

AVUSTURYA


AVUSTURYA

Avusturya deyince akıllara; tabii ki de öncelikle klasik olmak üzere müzik gelir. Daha sonra tarih derslerinden “Viyana Kapıları” gelir =) . Başlıca Sigmund Freud, Joseph Haydn, Wolfgang Amadeus Mozart’ ı akıllara getirenlerde olacaktır. Eğer midenize benim gibi düşkünseniz de, tabii ki Wiener Schnitzel ve Kaiserschmarrn gelecektir. Ayrıntılı bilgi için; http://tr.wikipedia.org/wiki/Avusturya



Avusturya’da sadece Viyana şehrinde ve 1 gün kalabildim. Bu sebeple yazacaklarım tamamen kısa gözlemlerim sonucunda olacaktır, umarım çok yanılmamışımdır.
Viyana(3 yıldız)
Benden 3 yıldız almasına rağmen eğer ki çok sayıda “Kültür Şok’u” yazımda bahsettiğim medeniyetten yoksun Türk arkadaşlar olmasaydı rahatlıkta 4 yıldız alabilirdi. Bu arkadaşlardan yeterince bahsettiğimi düşünerekten Viyana’nın güzel yanlarına geçelim.
Öncelikle tam bir öğrenci şehri, her yer onlarla dolu ve bildiğiniz üzere bir kısmı da Türkiye’deki Avusturya Lisesi’nden çıkan arkadaşlarımız. Bunun faydası her yer de öğrencilere göre düzenlenmiş; parklar, eğlence yerleri vb.
Müze bakımından da oldukça zengin bir şehir Viyana;

Kunsthistorisches Müzesi, Staatsoper opera binası, Arsenal Müzesi, Museumsquartier. Ve bunların yanında geniş parkları ve yeşil alanları da cabası.


Diğer bir önemli yapı, Viyana’nın simgesi denilebilecek Wiener Riesenrad. Her bir kolunda küçük bir restoran olan çok büyük bir dönme dolap.


Bunun yanında Viyana’da geçen küçük bir enstantane ile yazımı bitiriyorum. “Viyana’da kaldığım tek günün gecesi bardan çıkıp hostele dönerken bir parktan geçmek zorundaydım ve ilerde bir kalabalık gördüm. Biraz tırsmayla beraber ilerledim, biraz daha yaklaşınca neredeyse 10 kişilik siyahî arkadaşlardan oluşan bir grubun orada olduğunu ve bir tanesinin geçeceğim yolun tam üzerinde arkadaşlarına hararetli ve bağıra bağıra bir şeyler anlattığını gördüm. İçimden kesin bunlar bana bulaşacak ve seyahatimin son gününde meftaa olucam dedim. Yaklaştıkça 1 kişi dışında muhabbet kesildi ve bakışların içerisinden geçerken, o heyecanla bir şeyler anlatan eleman bana çarptı, tam o anda eyvah! Dedim, herhalde hem beni soyacaklar hem de dayağı yicem. Çarptıktan sonra çocuğa içimdeki Türk cengaverliğiyle sert bir bakış attım, ama bir şey dese deparı basıcam :D Çocuk bana izin vermeden döndü ve ellerini birleştirerek birkaç defa özür diledi. Ben şaşkınlıkla önemli değil derken hepsi aynı anda iyi akşamlar diledi.” Bu hikâyeden de anlaşılabileceği gibi İstanbul’da hayatta kalmış herkes Interrail seyahatinde sorun yaşamaz, çünkü daha tehditkâr bir şehir olduğunu sanmıyorum bu gittiğim şehirlerde en azından.
Dikkat Çekenler: Paranoyak olmayın, limonlu schnitzel pek güzel değildir, aşırı ilgili Türk garsonlara kurban olalım, Almanlardan daha sıcakkanlılardır, seyahatimdeki en iyi 2. hostel Do Step Inn buradadır.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

ÇEK CUMHURİYETİ


ÇEK CUMHURİYETİ

Çek Cumhuriyeti eski adıyla Çekoslovakya deyince erkeklerin akıllarına güzel kızları, Baros, Ujfalusi, Nedved, Koller gibi efsanevi futbolcular ile birlikte genel olarak Prag geceleri ve tabii ki Pilsen’in önderliğinde çeşit çeşit biraları gelir.  Detaylı bilgi için; http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87ek_Cumhuriyeti



Bu güzel ülkede ne yazık ki sadece Prag şehrine gidebildim, hâlbuki çok fazla zamanımı ayırmak istiyordum bu ülkeye ama ne yazık ki olmadı. Klasikleşmiş yıldız notlandırmamı yapmam gerekirse, önceki yazılarımda da hayranlığımı belirttiğim gibi;

Prag(5 yıldız)

Evet, bu şehre gidenler hiç sevmiyor ya da hayran kalıyor; çünkü şehre girer girmez çok kasvetli olduğunu hissediyorsunuz ancak bu çoğu insanda kötü bir tepkiye yol açsa da bende inanılmaz bir merak ve hayranlık duygusu uyandırdı.

Seyahatimin son 5 gününün 3 gününü bu şehirde harcadım ama imkânım olsa 10 günümü de harcayabilirdim, bunda bir Kafka hayranı olmamın büyük payı vardı açıkçası =)

Prag’ı neden sevdiğimi anlatmakla başlayayım, şöyle bir şehir düşünün; şehrin ortasından Vltava Nehri geçiyor ve bu nehir şehri Old city, New City olarak 2 bölüme ayrılıyor. Old City; Prag’ın 2. Dünya Savaşı’ndan çok zarar görmeyen ender şehirlerden biri olması sebebiyle inanılmaz eski ve görkemli mimari yapılara sahipken, New City; gece eğlence yerlerine, halkın yaşam ve çalışma alanlarına,  modern sanatlar müzesine ve çok sayıda eski kilise ve sinagoga sahip.

Yani buradan anlaşılabileceği gibi modern yaşam ile tarih iç içe bulunuyor ve inanılmaz derecede korunmuş. Bunun yanında benden 5 yıldız almasının sebepleri ise; İskender’den sonra hayatımda yediğim en güzel yemek olan “Svičkova”, süper kale manzarası,  Charles köprüsü, sıcakkanlı insanı, ucuzluğu,  gece hayatı, huzurlu olması, müzik tarihi müzesi ve en önemlisi bitmek tükenmek bilmeyen klasik ve kilise müziklerinin sokak, opera salonları ve dini mekânlarda devamlı sürmesidir.

Bu bölümde Çek Cumhuriyeti’nde gittiğim tek şehir olan Prag’ı yüzeysel olarak sizi sıkmamaya çalışarak tanıtmaya çalıştım. Bundan sonraki bölümlerde bu şehrin ayrıntılarını, görülmesi gereken yerleri, yemek yenecek yerleri; fotoğraf ve videolarla tanıtmaya çalışacağım.

Dikkat Çekenler: Kafka’yı çok güzel paraya çevirmişler hatta biraz suyunu çıkartmışlardır, “Becherovka” güzeldir, yakışıklı erkek pek yoktur ama aşırı güzel kız çoktur, gittiğim en ucuz Avrupa şehridir, kaybolmak inanılmaz kolaydır, “Karlova” ve “Kaprova” farklı sokak ve caddelerdir hostelinizin hangisi üzerinde olduğuna 3 defa kontrol edin yoksa benim gibi yarım saat gezinebilirsiniz =) , kilise müziği büyüleyicidir, vejetaryenlerin yaşayamayacağı bir yerdir.


15 Nisan 2012 Pazar

HOLLANDA


HOLLANDA

Hollanda deyince akla; futbolu, kızları =) , değişik ev yapıları ve tabii ki Amsterdam gelir. Detaylı bilgi için ; http://tr.wikipedia.org/wiki/Hollanda




Sadece Amsterdam Şehrine gittim ve yetti =)

Amsterdam Şehir İçi (2 yıldız)
Amsterdam Şehir Dışı (4 yıldız)

Ever, bu şehri ikiye ayırdım çünkü aralarında bana göre dağlar gibi fark var. Şehir içi ne kadar kargaşa dolu, pis, kalabalık, düzensiz ve erkekler için keyif doluysa; şehir dışı da bir o kadar sakin, huzurlu, düzenli, mutluluk veren ve yaşanılası bir yer ancak pek eğlence yok tabii =)

Şehir içini erkek olmama rağmen pek sevmedim çünkü çok fazla “junkie” vardı ve kendimi hiç güvende hissetmedim açıkçası. Ayrıca yattığım 18 kişilik odanın da buna etkisi yok değil :D Bunun yanında bir daha göremeyeceğim kadar “güzel insanları” barındıran “Red Light District” 2 yıldızın birini almasının sebebi diyebilirim. Diğer yıldız ise ülkemizde yasak olan şeyleri bulmanın ve kullanmanın rahatlığından geliyor. Bunun yanında çeşitli ülkelerin mutfaklarını barındıran çok güzel bir meydanının olması ve tabii ki de kanallardan oluşan şehir, akşamları oldukça güzel görünmesi şehri gidilesi yapan unsurlardan.

Ancak yaşanır mı? Hayır.

Gelelim şehir dışına; Amsterdam’ın şehir dışı sanki başka bir şehir ve sanki 10 dk uzaklıkta o karışıklık, pislik, kargaşa yok gibi sakin, huzurlu, düzenli ve temiz. Hayatım boyunca her zaman huzurlu, sakin ortamlardan hoşlanmışımdır, ancak tabii ki bir noktadan sonra çıkıp arada dağıtmanın da şart olduğunu düşünmüşümdür. Bu sebeple Amsterdam’ın şehir dışı bölümü tam bana göre, çünkü çok sakin olan şehir dışı yaşamından sonra eğer isterseniz belki de dünyanın en iyi dağıtabileceğiniz yerine 10 dk sonra ulaşabiliyorsunuz.

Amsterdam şehrinde diğer şehirlere kıyasla gelişmiş bir metro hattı yok, ancak buna gerek var mı derseniz, hayır. Çünkü nüfusun neredeyse hepsi, yaşlısından gencine, iş adamından ev hanımına, herkes bisiklete biniyor. Ve orada araba gibi herkes bisikletlerini süslemiş, değişik aparatlar takmış, özel kilitler almış. Bunun yanında şehir bisiklete göre tasarlanmış, bisikletlerin çoğunlukla kullandığı bir vapur, bisikletlerin kilitlenebilmesi için her yerde park demirleri ve alanları, her yerde bisiklet kiralama dükkanları, neredeyse araç yolu kadar genişlikte bisiklet yolları, ışıkları. Bu sebepten midir bilinmez şişman insan neredeyse görmedim.

Bu bölümde Hollanda’da gittiğim tek şehir olan Amsterdam’ı yüzeysel olarak sizi sıkmamaya çalışarak tanıtmaya çalıştım. Bundan sonraki bölümlerde bu şehrin ayrıntılarını, görülmesi gereken yerleri, yemek yenecek yerleri; fotoğraf ve videolarla tanıtmaya çalışacağım.

Dikkat Çekenler: Elinde içki şişesi olan ve bağırarak şarkı söyleyen insanlara dikkat edin, şişeyi size fırlatabilirler. 18 kişilik hostel odasında kalmayın, gece yatmaya geldiğinizde yatağınızda başka birinin yatmış olduğunu görebilirsiniz. Şehir içinde kalın, ama şehir dışına da bisikletle kesin çıkın. Özgürlüğün suyunu çıkarmayın, kafanızda bir saksı ve çırılçıplak şekilde sokakta geziyor halde kendinizi bulabilirsiniz. Erkekler “o” 50 Euro yu verin !! Kızlar Amsterdam’a büyük hayaller kurarak gitmeyin, tanıştığım 5 kızda oradan tiksinmiş bir şekilde erken çıkış yaptılar. 

6 Nisan 2012 Cuma

BELÇİKA



BELÇİKA

Belçika deyince aklımıza açıkçası çok bir şey gelmez; belki benelüks ülkelerinden biri olduğu, Futbol Milli Takımımızla devamlı karşılaşmaları ve belki midenize benim gibi düşkünseniz waffle gelir. Daha detaylı bilgi için ; http://tr.wikipedia.org/wiki/Bel%C3%A7ika




Brüksel(4 yıldız)

Belçika’da çok sevdiğim bir arkadaşımın özel bir isteği üzerine sadece Brüksel kentine gidebildim. Ancak şimdi düşündükçe keşke Brugge kentine de gitseydim diyorum. Çok yakındı ve ben zaman kaybetmemek için gitmedim. Bu pişmanlığımı kenara bırakıp kısaca gözlemlerimi anlatayım;

Brüksel, tam bir organizasyon şehri! 1 gün kaldım ama toplamda 5 tane değişik organizasyona katıldım. Bunun yanında ben gitmek üzere tren garına giderken, bisiklet ve kaykay-paten yarışlarının ve gösterilerinin hazırlıkları yapılıyordu. Bu kadar organizasyon olmasını bir şeye bağladım açıkçası, insanlar ya dışarı çıkmıyorlar ya da çok insan yok, bu yüzden insanların dışarı çıkmasını sağlamak için böyle şeyler yapıyorlar :D Bir video ekleyeceğim ilerleyen bölümlerde, o video da göreceksiniz ki video boyunca neredeyse insan yok, ama saat öğlen 4 :D 

O organizasyonlar bizde yapılsa ana-baba günü olur kalabalıktan sıkılırsınız. Ancak orda oldukça tenha ortamlar olması ilk başta hoş gelse de 1 gün olsa bile günün sonunda sıkıntı vermeye başladı bana.

Ve gelelim bu kadar yüksek puan almasının sebebine. Müzik! Evet, bu şehirde köşe başı sokak müzisyenlerine rastlayabilirsiniz. 1 günlük gezim boyunca şimdi videolardan kontrol ettim, toplamda 15 tane farklı türde müzik grubu veya müzisyene şahit olmuşum. Metro beklerken, trenle şehre gelirken ve çıkarken, yemek yerlerinde, sokakta yürürken(müzisyenler sayesinde) devamlı arkadan bir müzik çalıyor. Bu da benim için Interrail seyahatimde bu şehri özel bir yere koyuyor. Kesinlikle çok başka ve çok güzel bir havası var Brükselin.

Dikkat Çekenler: Yemeği güzeldir. Organizasyonu eksik olmaz. İnsanlar hava kararmadan pek sokağa çıkmaz. Her yerde ama her yerde müzik vardır. Geniş, boş alan ve bunun yanında park, yeşil alan oldukça fazladır. Şehir planlaması müthiştir. İnsanı hafif soğuk olsa da sosyaldir. Waffle !!!!


5 Nisan 2012 Perşembe

İSPANYA


İSPANYA-KATALONYA

İspanya diyince akıllara ilk; futbol takımları, boğa güreşleri, tapas ve çeşitli dansları gelir.Daha detaylı bilgi için ;  http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0spanya     ve  http://tr.wikipedia.org/wiki/Katalonya
İspanya’da ne yazık ki sadece Katalonya özerk bölgesinin başkentine yani Barcelona’ya gidebildim. Bu yüzden direk puanını yazıyorum, 4 yıldız.



Barcelona’ya bir Real Madrid taraftarı olarak bir uyuzluğum olsa da yinede gitmeden önce araştırdığım kadarıyla bir turist için içinde her şeyi barındıran bir şehir izlenimi vermişti. Gerçektende gittiğimde bunun doğru olduğunu anladım. Müzeyse müze, bina ise bina, kilise ise en babası, parksa belki de en enteresanı, sahilse türlü türlüsü, eğlence desen zaten İbiza’ya yakın olmasının etkisiyle herhalde Avrupa’nın diğer ülkelerine oranla oldukça çeşitli. Bir de hayatımda yediğim en güzel McDonald’s hamburgeri: 1955 !!!!

Gelelim Barcelona’nın benim için hatırlanır olmasına. Bu şehirde sabah ne kadar gezilesi hiç zaman kaybedilmemesi gereken bir yerse, gece de bir o kadar fazla dolaşılmaması gereken bir yer, özellikle turistin az olduğu mekânlarda.  Gece birazcık taksimin arka sokaklarına benziyor, la rambla’nın arka sokakları. La rambla demişken şunu söylemeliyim tabii ki de Avrupa’nın her yerini gezmedim ancak başka şehirlere giden arkadaşlardan da duyduğum kadarıyla Avrupa’da İstiklal Caddesi gibi bir cadde daha yok sanırım.

Son olarak daha sonra ayrıntılı yazacağım ama “siesta” ne saçma şey yau. Karnı tok bunların sanırım, biz olsak turist ne zaman gelse yine de açık tutarız dükkânı 2-3 müşteri için, bunlarda tam tersi.

Bu bölümde İspanya’da(Katalunya’da) gittiğim tek şehir olan Barcelona’yı yüzeysel olarak sizi sıkmamaya çalışarak tanıtmaya çalıştım. Bundan sonraki bölümlerde bu şehrin ayrıntılarını, görülmesi gereken yerleri, yemek yenecek yerleri; fotoğraf ve videolarla tanıtmaya çalışacağım.

Dikkat Çekenler: Siyahi erkek arkadaşlara bulaşma!!! Kız ise ne istiyorsa ver!! Her zaman daha ucuzunu bulabileceğin mantığıyla sakın ilk gördüğün yerden bir şey alma! Tapas şahanedir. Ancak bir ana yemek değil aperatiftir, her çeşidinden alıp karnını doyurursan tepki çekersin :D  Sahili güzeldir. Metrosu gelişmiştir. İnsanı tip olarak bize benzer. Son olarak Gaudi şahanedir.

4 Nisan 2012 Çarşamba

FRANSA


FRANSA
Fransa diyince herkesin aklına “ilk” Eiffel kulesi, şarap, futbol ve “macaron” gelir sanırım. Detaylı bilgi için;  http://tr.wikipedia.org/wiki/Fransa 



Sırasıyla gittiğim şehirleri detaylarıyla yazacağım. Ama yine öncelikle gittiğim şehirleri ve beğeni oranımı yazmak istiyorum;

Cerbere(4 yıldız)
Nice (3 yıldız)
Paris(3 yıldız)

Çocukluğumda, bir aile dostumuz bize Paris’e sık sık gittiğini ve Dünya üzerinde daha yaşanılası bir şehir daha olmadığını anlatır dururdu. Bende o zamandan beridir bir merak, bir gitme isteği vardır. Büyük heyecan ve beklenti ile gittim Paris’e açıkçası. Ama çok da beklentilerim karşılandı diyemem. Bunun sebebi sanırım Roma ve Floransa’dan sonra biraz sönük kalmasıydı. Her şehrin kendine göre bir güzelliği vardır elbet ama ben Paris’inkini pek göremedim sanırım. Şehirde beni en çok etkileyen yapı tabii ki de Eiffel kulesi oldu. Görünüşü insana güven veriyor ve çıkıldığındaki manzarası da cabası. Bir diğer etkileyen yapı ise Louvre Müzesi. Bu kadar kapsamlı bir müze nasıl olur diye hala şoktayım. Ancak şunu demeden geçemeyeceğim, önüne sonradan yapılan camdan piramit o güzelim tarihi yapının tam anlamıyla içine etmiş. Bunun yanında, önceden giden arkadaşların hayranlıkla anlattığı ancak benim gidemediğim 2 yer var. Versailles Sarayı ve Disneyland. Birine zaman olmadığından birine de para olmadığından gidemedim ama bir dahakine kesinlikle ne olursa olsun gideceğim. Ve son olarak Paris Metrosu!!!! Nasıl bir gelişmişliktir bu metro ağı hala şoktayım. Biz daha o standartlarda 1 tane metro hattına sahipken adamların tam olarak 16 tane metro hattı var ve neredeyse gitmediği yer kalmıyor.

Nice. Fransızcada da aynı anlama geliyor mu bilmiyorum ama İngilizce’deki anlamına çok yakışır bir şehir. Bunun yanında Türkçe’de sesçe benzer olan “mis” kelimesini de üzerinde çok güzel taşıyor. Seyahatim boyunca gördüğüm en temiz şehir diyebilirim. Çok fazla gezme şansım olmadı gerçi ama sahili ve denizi süper. Bunun yanında gece hayatı; sahil boyunca sıralanan çeşitli gece kulüpleri ve barlar sayesinde eminim çok iyidir. Ancak bunun getirdiği bir özellik mi yoksa o çevrede bulunan bir özellik mi bilmiyorum ama şehirde 3 saat geçirmemize rağmen bize bulan dolandırıcı oranı oldukça yüksek bir şehir.

Ve son olarak Cerbere. Birçoğunuz google ile arayıp bulma durumunda hissedeceksiniz yazımı okuduktan sonra ama aratmakla yetinmeyip gidilesi bir yer. Aslında daha çok emeklilik sonrası yaşanılacak bir yer ama görülse de bir şey kaybedilmez. Bu şehre trenimiz aktarma yapacak olduğu için uğradık. İlk istasyonun görünüşü dökük saçık, leş gibi olunca, biz ”eyvah nereye geldik yau” dedik. Ancak daha sonra, daha trenimizin gelmesine var, yürüyelim gezelim dedik. Sırtımızda çanta, bir üst geçitten geçip 2-3 evden sıyrıldıktan sonra yüksek bir yerin yanındaki yola geldik. Biraz yürüyüp yolun kenarından aşağıya baktığımızda uzun zamandır gördüğümüz en büyüleyici görüntüyü gördük. Bir şehir bu kadar mı sakin, şirin ve büyüleyici olur. El ele, pıtı pıtı yürüyen yaşlılar, renkli renkli 2 katlı evler, süper bir deniz manzarası ve güzel, küçük bir liman kenti. Şehirde gördüğümüz kadarıyla gezilecek bir müze, yapı ya da eski bir kilise falan yok ama sanırım buna da ihtiyacı yok. Emeklilik sonrası beni kabul ederlerse net orda sokakta bile olsa yaşarım. O derece güzel hayaller kurulabilecek bir yer.

Bu bölümde Fransa’da gittiğim şehirleri yüzeysel olarak sizi sıkmamaya çalışarak tanıtmaya çalıştım. Bundan sonraki bölümlerde her şehri, görülmesi gereken yerleri, yemek yenecek yerleri; fotoğraf ve videolarla tanıtmaya çalışacağım.

Dikkat Çekenler: Paris metrosu aşmıştır. Şarap İtalya’dakinden aynı markalar ve seneler olmasına rağmen daha pahalıdır. Aslında genel olarak her şey daha pahalıdır. Müze olayını çok güzel analiz edip, turisti nasıl çekeriz ve parasını alırız hesabı çok güzel yapılmıştır. Tabii bunun yanında sanata verdikleri değer su götürmez derecede muazzamdır. Bana mı öyle geldi bilmiyorum ama beyaz tenli insandan çok siyahi insan çoğunlukta gibi. Paris metrosuna bir nevi tuvalet muamelesi yapılıyor =) Bir de değinmeden geçemeyeceğim, kızlardaki o koltuk altındaki çokça tüy olayı nedir yau!!!

29 Mart 2012 Perşembe

İTALYA

Uzun süredir süren koşuşturmalarım sebebiyle uzak kaldım yazı işlerinden ve bu yüzden bugün ayrı bir motivasyon içinde yazıyorum. Öncelikle kısa bir teşekkür etmek istiyorum. Blogdaki soruları, ilgileri ve yorumlarıyla zenginlik katan herkese teşekkür ediyorum bunun yanında facebook hesabından her türlü sorularınızı sormaya devam etmenizi diliyorum ve yazıma başlıyorum.

 Artık gidiş evresini tamamladığımıza göre geriye sadece nasıl en verimli gezerim sorusu kalıyor. Bunun çözümü gitmeden ayrıntılı bir araştırma olacaktır. Ben bu araştırmayı yapmaya üşenen :) ve araştırıp da hala acaba daha fazla nasıl bilgi edinebilirim diyenler için yazıyorum.

 Seyahate çıkmanıza yaklaşık olarak 2-3 ay kaldı ve şimdi tam zamanı araştırmaya başlamaya. Ben bu yazılarımı gezdiğim sırayla ve gözlemlerime dayanarak yazacağım, bu yüzden önceden gitmiş arkadaşlar “hadi oradan orası süperdi” , “ya bırak kardeşim berbat bir yer orası amma abarttın” tarzı yorumlar lütfen yapmasınlar, unutmayalım ki gidilen şehirlerden alınan keyifler ve hoşnutsuzluklar tamamen sizin kişiliğiniz ile alakalı. Bu yüzden yazarken olabildiğim kadar objektif olmaya çalışacağım. Hadi bakalım rastgele…

İTALYA

 Yaşamak istediğim bu ülke ile ilgili genel bilgiyi burada uzun uzun anlatmak yerine size direk link veriyorum sıkılmayın diye :)

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0talya

 Hepimiz İtalya’ya; gerek futbolu, gerek yemekleri, gerekse insanının güzelliği =) yüzünden oldukça sıcak bakmışızdır. Ancak bana kalırsa her şeyin başında bize her yönden benzerlikleri ve sıcaklıkları ile sevilecek bir memleket. Zaten kuzey ülkelere gidildikçe bu daha iyi sezilebiliyor. Sırasıyla gittiğim şehirleri detaylarıyla yazacağım. Ama öncelikle gittiğim şehirleri ve beğeni oranımı yazmak istiyorum.

Roma (5 yıldız)
Floransa (4 yıldız)
Venedik (3 yıldız)
Napoli (0 yıldız)

 Bu şehirlerin yanında Milano da yaklaşık 1 dk kadar garında bulundum :)

 İtalyanca hocam ben gitmeden önce bana İtalya kuzeyden güneye fakirleşir ve mütevazıleşir demişti. Buna gittikten sonra kesinlikle karar kıldım. Zaten Amsterdam’da tanıştığım Milanolu adını hatırlayamadığım arkadaş da bana aynı şeyi kendisi kuzeyli olmasına rağmen itiraf etmişti.

 Bunun yanında çift iseniz bu şehirlerden Venedik’e 4,5 yıldız verilebilir. Çünkü oranın enerjisi kesinlikle tek olanlar için uygun değil :) Sadece sıkkınlık ve “bumuymuş be abartılan Venedik” demenize sebep oluyor. Tabii ki bu verdiğim 3 yıldızın sebebi, şehrin çok etkileyici bir şekilde suyun üzerinde kurulu olması ve açıkçası çok keyif aldığım San Marco Meydanıdır.

 Roma, eğer ki mimariyle veya tarihle ilgileniyorsanız anlatmama gerek yok zaten direk yaşamak isteyeceğiniz şehir olma yolunda zirveye oturacaktır. Ancak daha çok gece hayatı, çılgınlık arayan biriyseniz kesinlikle 3 ten fazla yıldız vermezsiniz, çünkü bunlar yok denecek kadar az. Ama ne olursa olsun şehrin görkemi sizi etkilemeye yetiyor. Şöyle bir ortam düşünün; hostelden çıkıp köşeyi döndüğünüzde çok eski bir bina görüyorsunuz (ama çürümemiş, iyi bakılmış), biraz daha yürüyünce görkemli bir çeşme ve üzerinde Roma dizileri veya filmlerinde gördüğümüz S.P.Q.R. yazısı, yolun karşısına geçince kocaman bir yapı, o da ne en az 1500 senelik bir bazilika, iki adım daha atıyorsunuz ve gözden kaçırmanın imkânsız olduğu Il Colosseo ve daha niceleri… Böyle bir ortamda mutsuz olmak neredeyse imkânsız.

 Gelelim Floransa’ya… Kesinlikle eğer Roma ve Prag diye bir şehir olmasaydı yaşamak isteyeceğim şehir olurdu. Bir şehir bu kadar mı mükemmel düşünülerek ve planlanarak yapılır, bu kadar mı güzel bir mimarisi olur, bu kadar mı öğrenci dolu olur. Kafanı dinlemek istiyorsan, eğlenmek istiyorsan, sosyalleşmenin zirvesine varmak istiyorsan, tarihi yaşamak istiyorsan, sevgilinle romantizm yaşamak istiyorsan, hepsi için belki de en iyisi var. Ama bana göre tek eksiği İstanbul’a, Roma’ya oranla küçük bir yer olması ve ben küçük yerlerden biraz sıkılan bir insanım, eğer ki siz değilseniz favori yeriniz olabilir.

 Vee yıldızı parlamayan Napoli.. Ne yazık ki kenar mahalleyi yakında görmüş biri olarak, Napoli beni bu özelliğiyle hiç hayrete düşürmedi. Kendimi sanki Fikirtepe, Bağcılar, Sulukule karışımı bir yerde geziyormuş gibi hissettim. Şehrin birkaç tane eski kilisesi, bazilikası kaldıysa da, insanda sanki ertesi gün yıkılır bu hissi veriyor. Aynı ülkenin 2 şehri, Roma ve Napoli, bir şehir yapılarına ne kadar iyi bakıp önemsediyse aynı oranda Napoli şehri o kadar sahip çıkmamış eserlerine. Yine karşılaştırma yaparsak, aynı ülkenin 2 şehri, Floransa ve Napoli, bir şehir ne kadar düzenli bir şekilde yapılanmışsa, diğer bir şehir aynı oranda o kadar kötü ve çarpık yapılanmış. Hani şehrin bir kısmı güzeldir diyerekten gezdik ama 3 saat zor dayandık gerçekten çok rezil bir yer. Sanırım buraya gitmenin sebebi sadece Pompeii ye yakın olması olabilir, ve damak tadınız nasıldır bilmiyorum ama yağın içinde bir pizza seviyorsanız pizzası için gidilebilir.

 Bu bölümde İtalya’da gittiğim şehirleri yüzeysel olarak sizi sıkmamaya çalışarak tanıtmaya çalıştım. Bundan sonraki bölümlerde her şehri görülmesi gereken yerleri, yemek yenecek yerleri; fotoğraf ve videolarla tanıtmaya çalışacağım.

Dikkat Çekenler: Yemekleri dışında şarabı ucuz ve çok güzeldir. İnsanı kız,erkek fark etmez güzeldir. Bizim gibi sıcak kanlılar ama medenilerdir. Şen şakrak ve bağırarak konuşan insanlardır. Değerlerine çok iyi bakmışlardır. Müzelerin bir çoğu beleş, geri kalanı ise Avrupa'nın başka ülkelerine oranla ucuzdur. Vespa en çok kullanılan araçtır ve işe giden okula giden, şık, salaş herkes bunu kullanır. Avrupa'nın geri kalanına oranla oldukça ucuzdur.

5 Ocak 2012 Perşembe

Kültür Şok! u

Kültür şoku çok olası bir şey interrail ardından, çünkü seyahat sırasında ne yazık ki ülkemizde insan gibi yaşamadığımızı anlıyoruz. Çok acımasız bir yorum gibi gelse de kulağa emin olun az bile söylüyorum.

Ülkeye ilk ayak bastığınızda anlıyorsunuz bunu, mesela birine sizin hatanız yüzünden çarptınız ve tam ağzınızdan özür dilemek geçecekken karşınızda size gülümseyerek özür dileyen birini görüyorsunuz. İşte bu şoku atlatamadan karşıya geçmek için yolun kenarına geliyorsunuz ve gelmenizle arabaların durup yol vermesi bir oluyor, siz acaba bir şey mi oldu diye salak salak bakarken bile sabırla hiçbir korna çalmadan sizi bekliyorlar. Evet, bu anlattıklarım bir ütopya değil medeniyet.
Ülkemizde insanların iç içe minibüste, metroda, metrobüste seyahat ettiklerini görürsünüz, evet bu orda da var ancak durum biraz farklı; seyahat ederken sıkışmak zorunda bile kalsalar birbirlerini rahatsız etmemek için şekilden şekle giriyorlar, size değmemek için o rahatsız konumda dakikalarca durabiliyorlar, bizdeki gibi “amaaan napıyım yer yok” demiyorlar kısacası.
Bunun yanında Paris’de karşılaştığım bir olaydan örnek vereyim; bizde dilenci olaylarını biliriz, Arena programı sayesinde hiçbirine inanmayız ve sanki hemen arka sokakta son model bir arabası varmış gibi gelir ve elimiz cebimize çoğu zaman gitmez, ancak orda durum şaşırtıcı bir şekilde farklı, aynı şeyi İtalya’da da gördüm, metroya bir dilenci biniyor ve hiçbir şey söylemeden elindeki metal kabı tutuyor, bir vagonu gezdiğinde kabı neredeyse ağzına kadar parayla doluyor ve dilenci iniyor, bir sonraki durak başka bir dilenci biniyor ve insanlar yine kabı parayla dolduruyor ve bu böyle 2-3 sefer daha devam ediyor. Gerçekten eli açık insanlar ve dayanışmaya sadece bu yolla önem vermiyorlar, aynı zamanda kimseye fark ettirmeden gün içerisinde de güzel dayanışma örnekleri sunuyorlar. Mesela Paris’te metroya binmek isteyen yoksul bir insan vardı ancak parası olmadığı için turnikelerde bekliyordu, bir Parisli adam turnikelerden çıkarken kapıdan geçmedi ve adama eliyle işaret ederek geçmesini söyledi. Yoksul adam geçtikten sonra kapı kapanmadan kendisi zorda olsa hızlıca geçti.

Bilmiyorum İstanbul’da büyük şehirde yaşadığım için mi bunları görmüyorum ama sonuçta Paris,Roma ‘da büyük metropoller.

Bunların yanında bir de kirlilik mevzusu var tabii ki, bunu da şu hikaye ile örnekleyeyim;
İlk günlerden bir gün metro bekliyordum ve hiçbir işim yoktu. Elinde bir şeyler yedikten sonra çöp tutan bir adama gözüm çarptı, elindeki çöp oldukça fazlaydı ve çevrede hiçbir çöp kutusu yoktu. Adamı takibe aldım çünkü içimden “ Evet bu adam çöpü yere atar ve bende bir Türk’ten hiçbir farkları olmadığı tezimi doğrularım” diyordum heyecanla. Metro geldi ve beraber aynı vagona bindik, adam oturdu ve eliyle koltuğun oraları kurcalıyordu, benim yüzümde küçük bir gülümseme belirdi ve heyecanla adamın eline baktım, ama hala çöp duruyordu. Daha sonra bir yaşlıya yer verdi ve bir elinde laptop çantası bir elinde de çöpleri zar zor ayakta durmaya çalışıyordu. Aniden sinirlenerek “at şunu be adam!” diyesim geldi. Uzun bir yolculuk sonunda ikimizde aynı durakta indik ve bilin bakalım ben ne yaptım? =) yolum oraya düşmemesine rağmen adamı takip ettim. Adam metronun yürüyen merdivenlerinden çıktı ve gördüğü en yakın çöp kutusuna ( metro binasının en köşesinde) dirayetli bir şekilde yürüdü ve mutlu son! Çöpü attı.

Tabii ki bizde buna yakın durumlara düşüyoruz ve çevremizde hiçbir çöp kutusu konulmadığını görünce “ ee napıyım çöp kutusu koymamışlar koysalarmış kardeşim” diyip bazen usul usul bazen “çöt!” diye yere atıyoruz.

Sakın gurbetçi dostlarımın bu durumda olmayanları bana alınmasın, benim bahsettiğim kişileri illaki onlar da görüyorlar ve utanç duyuyorlardır. Evet, sizden bahsediyorum! “ Doğduğundan beri bu medeniyet ile yaşayıp hala medeni olmayan bir insan gibi yaşamaya devam edenler.”.Çıkın artık Türk mahallenizden. Özellikle Viyana’da rastladım size. Uzaktan yere tüküren birini görüyorum ve yakınına gidiyorum bir bakıyorum ki Türkçe konuşuyor. Metroya bir grup genç giriyor ve bütün herkesi rahatsız edecek şekilde Türkçe küfür ediyorlar. Bağıra bağıra konuşan bir kız görüyorum yanına gitmeden kendimle bahse giriyorum, kesinlikle Türk olmalı, ve sonuç Türk! Metrodaki diğer insanların bir bakışı var ki konuşmasalar bile her şeyi anlatıyor tavırları. Yazık! Böylesine medeni bir insanın; Atatürk’ün, kurduğu ülkenin insanları nasıl oluyor da bu kadar yozlaşmış olabiliyor aklım almıyor. Sonuçta sen orda büyümüş olsan da annen baban Türkiye’ de yetişmiş. Hadi aileyi bıraktım hiç mi çevreye bakmıyorsun be arkadaş! Hiç mi demiyorsun “ Vay arkadaş bu insanlar niye benim gibi davranmıyor”. Ya da diyorsun ama “biz türküz böyleyiz bizi beğenmiyorlarsa onlar kaybeder” sonucuna varıyorsun. Yazık! He tabii ki şunu diyebilirsin “ arkadaş sen birkaç gün gezdin bilmiyorsun burada da bu anlattığın gibi Türk olmayan vatandaşlar var” . Evet, elbette var ama arkadaş sen kötüyü mü örnek alacak adam seçtin kendine.
Bu olaya çok tepkiliyim bunun nedeni tanıştığım her 2 yabancıdan 1 i benim Türk olduğuma inanmadı. Hepsi nereli olduğumu sorduğunda ve "Türküm" cevabını aldıklarında tepkileri neredeyse aynı oldu; "Kesinlikle dalga geçiyorsun, Türk olamazsın" . Bunun nedenini sorduğumda üzücü bir şekilde bana şu açıklamayı yaptılar; " Türkler genelde kaba, pis, ve medeniyetsiz olurlar, ama sen hiç öyle değilsin" . Ben ilk başta bunu tarih derslerinden " barbar Türkler" olarak öğrendikleri yüzünden olduğunu düşünsem de zamanla hepsinden aynı şeyi duyduğumda ve Viyana'yı gördükten sonra neden böyle söylediklerini çok iyi anladım.

Gelelim ülkemin Avrupa’ya göre güzel yanlarına, “hmm.. şeyyy” bulması oldukça zor, ama sanırım bizdeki samimiyet gezdiğim çoğu Avrupa ülkesinde yok, İtalya hariç. İtalya birçok yönden bize benzese de tek farkları medeni olmaları. Sanırım bu da azımsanamayacak kadar büyük bir fark.
Bu seyahat bitti ve evime döndüm, uçaktan İstanbul’ a indim, havalimanından tam çıkarken üzerimdeki 3 çantadan birisiyle dönmek isterken bir abiye çarptım, tam ağzımdan affedersiniz sözü çıkacaktı ki; güzel amcamın ağzında şunlar döküldü “ yavaş a.k. yavaş! ”. Evet işte o anda yüzüm düştü ve İstanbul’un bana “ Hoş geldin Aykut” dediğini duyar gibi oldum.
Hoş bulmadık İstanbul !!

4 Ocak 2012 Çarşamba

Yabancı Dil Konusu

Türkiye Eğitim Sistemi ile yetişmiş bireylerin (kolej veya yabancı liseler dışındaki) konuşma İngilizcesi ne yazık ki çok da gelişmiş sayılmaz. Biz daha çok dil bilgisi üzerine yoğunlaşmışızdır ve işte bu sebeptendir ki hep yurtdışına çıkmaya korkarız veya bir yabancıyla konuşmaktan çekiniriz. Ancak bu konuşma kısmı oldukça hızlı geliştirebilen bir bölüm. Eğer ki İngilizce kelime bilginiz ve gramer bilginiz ortalama düzeyde ise; yurt dışında insanlarla iç içe geçen en geç 2 haftanın sonunda seri konuşmaya başlayacaksınız. En geç 2 hafta diyorum çünkü bu sizin İngilizce düzeyinize göre değişkenlik gösterecektir, eğer ki seyahate tek başınıza çıkacak olursanız bu süre daha da kısalacaktır. Çünkü yanınızda bir Türk olunca işler biraz farklı olacak, siz rahat rahat Türkçe konuşmak varken İngilizce ile kendinizi yormayacaksınız ve bunun yanında yabancı arkadaş gruplarına tek başınızayken girmek, arkadaş(lar) ınız varken girmekten daha kolay olacaktır. Kendimden örnek vermem gerekirse; arkadaşlarımla olan seyahatimde sadece 4 tane "Türk" arkadaşla tanışmışken, tek başıma olan seyahatimde kısa sürede 30 a yakın yabancı arkadaşım oldu ve bazıları ile bütün gün sohbet ettik. Sohbetlerimiz sırasında ilk başta oldukça kekelememe, duraksamama ve düşünerek konuşmama rağmen sonlara doğru hiç düşünmeden, duraksamadan, kekelemeden konuşmaya başlamıştım.

Kısacası; İngilizce diye bir sorun yok eğer yapacağınız şey interrail ise. İngilizce seviyeniz çok düşük olsa bile bazı kalıpları buradan gitmeden önce bir kâğıda yazıp orada kullanarak bile anlaşabilirsiniz. Yazımı seyahatim sırasında yaşadığım komik bir olay ile sonlandıracağım;

Barselona’da bir hostelden rezervasyon yapmıştık ve gittiğimizde resepsiyonda bizi yaşlı bir Katalan teyze karşıladı. Normalde resepsiyonda torunları ve çocukları duruyormuş ancak o gün bir işleri olduğundan o bakmak zorunda kalmış. Buraya kadar her şey klasik bir işten kaytarma hikayesi gibi gözüküyor ancak asıl olay burada başlıyor, bu şirin yaşlı teyzemiz ne yazık ki 1 kelime bile İngilizce bilmiyormuş ve biz bunu anladığımızda şok olduk ancak aklımıza çok net ve kolay bir çözüm geldi,  http://translate.google.com.tr/  :D Bu siteden kelime kelime çeviri yaparak çok güzel anlaştık ve hiçbir sıkıntı yaşamadık. Bunun yanında birkaç Türkçe sözcük öğrettim o yaşlı teyzeye.

Bu hikayeden de anlaşıldığı gibi hiç İngilizceniz olmasa bile bu yolla ya da bu tarz yollar ile derdinizi anlatıp hayatınızı devam ettirebilirsiniz.

Ben bunların yanında gitmeden önce, İtalyanca ve Almanca günlük konuşma kalıplarını bir kâğıda yazıp bunları çalıştım. Ve gittiğimde esnafa, çalışana, halkına kendi dillerinde iletişim kurdum, bu hem kendi açımdan iyi oldu hem de aynı bizde nasıl Türkçe konuşmaya çalışan bir yabancıya sempati duyuyor ve daha çok yardım ediyorsak aynı durum orda da söz konusu.

Ayrıntılı Hostel Konusu

Sizden gelen yorumlar ve tavsiyeler için teşekkür ediyorum ve bu tavsiyeler doğrultusunda Hostel Rezervasyonu kısmına daha ayrıntılı değinmek istiyorum.

Önceki kısımlarda değindiğim gibi bazı interrailciler sosyal ortamın zirve yaptığı ve hesaplı olan hostellerde kalmayı tercih edecekler ve bunun için bir araştırma yapacaklardır. Ancak vize alırken ne yazık ki onlara ben sokakta, parkta yatacağım diyemiyorsunuz. Bu yüzden seyahatiniz boyunca sokakta bile yatacak olsanız vize alırken göstermelikte olsa seyahat tarihlerinize uygun fake(sahte) hostel rezervasyonları göstermelisiniz. Bunun için benim tavsiye ettiğim 2 site var;

1-) bookinghttp://www.booking.com/  )
Bu siteden rezervasyon yaptığınızda, sizden kaparo isteyen de var, istemeyen de. Biz fake (sahte) rezervasyon yapacağımızdan dolayı özelliklerinde free cancellation ( ücretsiz iptal etme ) ibaresi bulunan hostellerden rezervasyon yapacaksınız. Bu hostellerden yaptığınız rezervasyonu varış tarihinizden 2 gün önceye kadar iptal edebildiğinizden dolayı vize çıktıktan sonra iptal edip asıl rezervasyonlarınızı yapabilirsiniz.

Avantajı : Ücretsiz iptal etme seçeneği bulunması
Dezavantajı : Çok fazla hostel bulundurmuyor genellikle oteller bulunuyor bu yüzden gerçek rezervasyon yaparken tavsiye etmem.

2-) hostelworld ( http://www.hostelworld.com/  )
Bu sitede rezervasyon yaparken sizden %10 oranında depozito talep ediyorlar. Bu yüzden fake rezervasyon yaparken avantajlı olmayan bir site. Bunun yanında inanılmaz sayıda hostel var ve yorumlar çok yardımcı oluyor.

Avantajı : Çok sayıda ucuz hostel bulundurması
Dezavantajı : Ücretsiz iptal etme seçeneği bulunmuyor ve %10 depozito ödüyorsunuz.

Oda türlerinin anlamları:

Single Private = tek kişilik özel oda
Twin Private = 2 ayrık yatağın bulunduğu 2 kişilik özel oda
Double Bed Private = 1 tane ikiz yatağın bulunduğu 2 kişilik oda (çiftler için)
3 Bed Private = 1 tane ikiz ve 1 yatağın bulunduğu 3 kişilik oda
4 Bed Private = 2 ikiz yatak , 1 ikiz + 2 ayrık , 4 ayrık yatak kombinasyonları bulunan 4 kişilik oda
Male Dorm = Sadece erkeklerin kalabildiği çok yataklı ve ortak banyolu ekonomik oda
Female Dorm = Sadece bayanların kalabildiği çok yataklı ve ortak banyolu ekonomik oda
Mixed Dorm = Erkek- kız karışık kalınabilen çok yataklı ve ortak banyolu ekonomik oda

3,4 kişilik private odalarda eğer 2,3 kişi kalacaksanız bütün odanın parasını ödemelisiniz. Yani o gece sadece 3 kişilik odada yer var diyelim ama siz 2 kişisiniz ne yazık ki 3 kişilik oda parası ödemek durumundasınız.
Mixed Dorm lar genellikle daha yaygın olarak bulunmakta ama sizin aklınıza kötü şeyler gelmesin kimsenin kimseden çekinmesini gerektircek bir durum olmuyor. Genelde herkes bütün gün gezmekten yorulduğu ya da gece bardan geldiği için sadece uyumayı düşünüyorlar.
Bunun yanında bazı hostel terimleri mevcut;

Lock-out: Gündüz belirli saatler arasında asıl amacı personel maaşlarından kar etmek olan ama size temizlik yüzünden kapalıyız diye açıklama yapılan genellikle saat 10-17 saatleri arasında yapılan uygulama.

Curfew: Daha önce de belirttiğim gibi gece belirli bir saatten sonra ( genellikle 2-3) hostelin kapıları kilitlenir ve sokakta kalırsınız. Bunun kesinlikle öğrenin sokakta kalmayın :D

Maximum-Minumum Stay : O hostelde en az ve en çok kaç gün kalabileceğinizi gösteren rakam. Bazı hostellerde minumum uygulaması var ve en ez 3 gün kalacaksanız, rezervasyonunuzu kabul ediyor.

Bunların haricinde bazı siteler sayesinde daha önceden anlaşarak gideceğiniz ülkedeki birinin yanında kalabilirsiniz. Bu işi sağlayan 1-2 site size verebilirim;

1-) Couchsurfing ( http://www.couchsurfing.org/  )
2-) Servas ( http://www.servasturkiye.org/  ve  http://www.servas.org/ )

Bu sitelerden servas ‘ a üye olduktan sonra mülakata çağırılıyorsunuz. Couchsurfing ise üye olduktan sonra küçük bir miktar bağış istiyor. Bu siteleri saadece gitmek için değil yurtdışından aynı amaçla gelen kişilere ev sahipliği yapmak için de kullanabilirsiniz.

Kolay gelsin…

Ayrıntılı Vize Konusu

Sizden gelen yorumlar ve tavsiyeler için teşekkür ediyorum ve bu tavsiyeler doğrultusunda Vize işleri kısmına daha ayrıntılı değinmek istiyorum.
Öncelikle hangi ülkeden interrail’inize başlayacağınıza karar vermeniz gerekiyor çünkü schengen vizesi her ne kadar Avrupa’nın çoğu yerinde geçiyor ve sınırlarda pasaport kontrolü yapılmıyor olsa bile ilk ülkeye girdiğinizde yapılan kontrolde kendi ülkelerinin vizesini görmek istiyorlar.
Bu sebeple giriş yapacağınız ülkenin Türkiye’deki konsolosluğunu bir arayın direk vize başvurusu kabul ediyorlar mı? Yoksa bir aracı kurum tarafından mı başvuru kabul ediyorlar. Mesela ben daha önce belirttiğim gibi İtalya’dan başlamıştım ve iData firması vize işlerini sizin için hallediyordu ama bunun yanında İtalyan konsolosluğu da başvuru kabul ediyordu ama duyduğum kadar daha fazla pürüz çıkartıyorlarmış zaten konsolosluğa verdiğiniz para ile kuruma verdiğiniz para aynı bu yüzden kurum daha avantajlı. Arkadaşlarımdan duyduğum bazı vize firmaları şunlar;

İtalya,Hollanda,Almanya --- > iData ( http://www.idata.com.tr/tr/ )
Fransa & İsveç & Avusturya & Polonya & Belçika & Bulgaristan & Danimarka & Yunanistan & İrlanda & Lüksemburg & Malta & İspanya &  --- > vfsGlobal ( http://www.vfsglobal.com/ )

Vfs'nin sitesinde visiting country(ziyaret edilecek ülke) kısmına vizeyi almak istediğiniz ülkeyi, resident country(ikamet edilen ülke) kısmına ise Türkiyeyi seçerseniz, sizi o ülkenin vize ile ilgili bölümüne götürecektir.

Diğer ülkeler bildiğim kadarıyla konsolosluk ve büyükelçiliklerden yapılıyor…

Her vizede istenilen belgeler ufak değişiklikler gösterse de genel olarak hepsi aynı ama şimdi bu yazımda ilk okuduğunda anlaşılması zor olan şeyleri yazacağım;
• Bir başvuru formu var bu acentelerden ve konsolosluklardan elden alınabilir ya da internetten çıktısı alınarak doldurulabilir..
• Banka hesabında yeterli miktarda para kısmı çok kritik bir noktadır. 22 günlük seyahat için banka hesabınızda yaklaşık 3000-5000 tl gerekli. Ancak bu para öyle başvurunuzdan 1 gün önce yatırılmış olmaması lazım. Bu banka hesabı hareketli, para akışının canlı olduğu ve son bakiyenin eksilerde olmaması gerekiyor. Yani “vay arkadaş benim bundan 1 hafta önce 10000 liram vardı bir iş için kulandık tekrar ay başında yatırıcam” bu gibi açıklamalar kesinlikle kabul etmiyorlar. Kısacası, adamlar ülkelerinde parası olan ve kaçak yaşama riski az olan adamları kabul ediyorlar. Bu yüzden elinizden geldiği kadar tapu, banka hesabı, araç ruhsatı, borsa hesabı falan elinizde ne varsa gösterin. Tabii ki bu kulağa çok güvenli bir şey gibi gelmese de ne yazık ki bunları yapmanız gerekiyor.
• Eğer seyahatinizi aileniz karşılayacaksa yine aynı belgeleri bu sefer size sponsor olacak kişiye ait şekilde hazırlamanız ve sponsor dilekçesi yazmanız gerekmektedir..Bu dilekçe şu şekilde yazılıyor;

                                                          İtalya Konsolosluğuna;

                                                                                                                                               İSTANBUL




                             …………(İSİM SOYAD YAZILACAK) için tahattütname



…… Üniversitesi …… Fakültesi …… Bölümü … Sınıf öğrencisi, ………… TC kimlik nolu, ../../.... Doğumlu, Oğlum/Kızım ……'in ../../.... – ../../.... tarihlerinde yapacağı yurtdışı gezisinde konaklama,sağlık ve gezi masraflarının tümünün tarafımdan karşılanacağını tahattüt ediyorum.Tarafıma ait belgeler dilekçe ekinde mevcuttur.


                                                                                                                                              İsim Soyad

                                                                                                                                                  İmza

Ekler
1. İmza onayı (ehliyet fotokopisi üzerinde gözükmekte)(fotokopisi)
2. Oto ruhsat fotokopisi
3. Daire tapusunun fotokopileri
4. Hesap ekstreleri
5. Banka kredi kartı ekstreleri (kozunuzu güçlendirmek için)
6. Emeklilik Cüzdanı Fotokopisi (son çare)

• Bunun yanında seyahat dilekçesi gerekli, bu seyahat dilekçesine uygun hostel rezervasyonu, uçak bileti veya rezervasyonu, interrail bileti aslı vereceğinizden bu tarihlerle uyumlu olmalı yoksa adamlar size bu tarihler uyuşmuyor diye geri gönderebilir. Zaten bir sonraki bölümde anlatacağım hostel rezervasyonu fake(sahte) olarak ayarlayacağınızdan dolayı bir sıkıntı olmayacak. Sadece seyahatimin çoğunluğunu sizin ülkenizde geçireceğim mesajı verseniz yeterli onlarda bunu görmek istiyorlar. Seyahat dilekçesi de şu şekilde yazılıyor;



                                                        İtalya Konsolosluğu'na
                                                                                                                                             Tarih ../../....


../../.... tarihi ile ../../.... tarihi arasında yapacağım interrail gezisi seyahat planım aşağıdaki gibidir.

../../.... - ../../.... Roma
../../.... - ../../.... Napoli
../../.... - ../../.... Floransa
../../.... - ../../.... Venedik
../../.... - ../../.... Milano
../../.... - ../../.... Barcelona
../../.... - ../../.... Paris
../../.... - ../../.... Amsterdam
../../.... - ../../.... Prag
../../.... - ../../.... Viyana



Adres




                                                                                                                                                İsim Soyad


                                                                                                                                                    İmza

• İstenilen vize süresini kapsayan ve yabancı ülkelerde geçerli 30.000€ teminatlı olan bir seyahat sağlık sigorta fotokopisi. Bu süre seyahat başlangıcınızdan 1 gün önce başlayıp, dönüş tarihinizden 1 gün sonrayı kapsayacak şekilde yapılmalıdır. Seyahat sigortası gençtur’un sitesinden ve aracı kurumlardan yapılabiliyor. Ancak gençtur kat kat daha ucuz.http://genctur.com.tr/ucak/

Diğer belgeler acente şirketlerinin ve konsoloslukların sitesinde yazıyor. Sorun yaşarsanız benle iletişime geçebilirsiniz. Kolay gelsin..